Nerede kalmıştık? Ah, evet, Kos’a gelip, otele yerleşmiştik:) Eşyalarımızı otele koyar koymaz sıcak çok daha bastırmadan hemen günübirlik Kos ziyaretçilerinin yaptığı gibi kendimizi ‘Old Town’ denen şehrin kalbine attık. Otelden ayrılmadan önce denize girebilmek için yanımıza gerekli malzemeleri aldığımız minik bir çanta hazırladık ve resepsiyondaki Türk hanımdan merkeze yakın ‘muhteşem’ diye tabir edilen bir plaj ismi ve nasıl gidileceğini öğrendik.
Kos merkezde kısa sürede görebileceğiniz yerler:
Öncelikle belki de ‘turistik bir otobüs gezisi’ yapabilirsiniz. Hemen kalenin orada duraklarını görebileceğiniz ve çeşitli rotaları olan ‘Kos City Trains’ var; rotaların uzunlukları, görülecek alanlar, süre ve ücretler farklı; biz Can’a değişiklik olsun diye ‘Red Train’ yani Kırmızı Rotası olanı seçtik, yaklaşık 25-30 dakika kadar süren keyifli bir gezi yaptık.
- Defterdar İbrahim Paşa Camii: Biz depremden sonra gittiğimiz için Camii de zarar gören yapılardan biriydi ve kapalıydı; dışarıdan görebildik. 1724 yılında yaptırılan Camii’nin depremde minaresi yıkılmıştı ve bizim orada olduğumuz sürede minarenin yıkıntıları kaldırılıyordu. Normalde ibadete açıkmış.
- Kos Arkeoloji Müzesi: ‘Butik Müze’ kavramı diye bir şey varsa herhalde Kos Arkeoloji Müzesi için geçerlidir. Hemen Defterdar İbrahim Paşa Camii’nin olduğu Eleftheria Meydanı‘nda, Camii ile karşılıklı (büyük bir avlu gibi düşünürseniz meydanı, her bir kenarında görülmesi gereken bir yer var). Giriş için yetişkin 6, çocuk 3 Euro verdiğimiz müze, Pazartesi günleri kapalı; daha fazla bilgi için şuraya tıklayabilirsiniz. Müzenin ‘butik’ oluşunu şöyle anlatayım, elinizdeki çantaları, üst başı koymak için dolap vs yok, girişteki yetkiliye söylüyorsunuz ve kapının yanına açıkta durmasına izin veriyor; o kadar da ‘güvenli’!
- Eleftheria Meydanı ve Belediye Pazarı: Zaten hayat bu meydan ve onun çevresinde geçiyor arkadaşlar, başka söze gerek yok! Meydanın bir kenarında Belediye Pazarı yani bildiğimiz market uzanıyor. Özgürlük Meydanı olarak da bilinen bu meydan, 1933 teki büyük depremden sonra çevresindeki binaların tekrar yapılması ile oluşmuş. Belediye Pazarı olarak geçen binayı da İtalyan bir mimar 1934-1935 yılları arasında yapmış; fazla turistik gözükmesine rağmen fiyatlar diğer marketlerden çok farklı değil, gönül rahatlığı ile alışveriş yapılabilecek bir yer.
- Agia Paraskevi Kilisesi: Yine Eleftheria Meydanı’nda, yan tarafta kısa bir yürüyüşle (3-4 dakika) ulaşabileceğiniz bu kilise, gene 1933 depreminden sonra neo-Bizans stilinde yapılmış ve 2. yüzyılda Romalılar tarafından Hristiyan olduğu için öldürülen Yunanlıların en sevilen kadın azizlerinden birine adanmış. Biz gittiğimizde kilise, depremden en çok etkilenen yapılardan biriydi; şu çatlaklara bakar mısınız?!
- Hamam (The Salt Warehouse) : Hipokrat Ağacı’na giderken göreceğiniz bu küçük yapı ücretsiz gezilebiliyor. Tam yapılış tarihi bilinmese de 1600 ların ortalarında inşa edildiği sanılan bu hamama 1935 den sonra İtalyanlar bir takım ekleme ve yenilemeler yapmışlar. 4 bölümden oluşan minik bir hamam, girip gezmeniz incelemeniz 10-15 dakikanızı ancak alır.
- Hipokrat Ağacı : Şövalyeler Kalesi’nin hemen önünde yer alan Hipokrat Ağacı Avrupa’nın en geniş ‘anıt’ ağacı olarak belirtiliyormuş. Efsanelere göre, Modern Tıbbın babası kabul edilen Hipokrat tarafından ekilip, gölgesinde öğrencilerine ders anlattığı bu koca çınar, yer yer kurumuş ve desteklerle ayakta duruyor. Gerçekte ağacın 600 yaş civarında olduğu anlaşılmış, Hipokrat efsanesi sonradan doğma yani… Ağacın hemen önünde eski bir Osmanlı çeşmesi var ve anlaşılan o ki 2017 yazındaki depremden önce Hipokrat Ağacı ve çevresi çok daha cıvıl cıvıl ve renkli bir yermiş ama biz gene deprem sonrasına denk geldiğimizden pek çok yer zarar gördüğü için kapalıydı..
- Cezayirli Hasan Paşa Camii: Hipokrat Ağacının hemen yanında bulunan bu camii de malesef depremden çok büyük hasar görmüştü ve sadece dışarıdan bakmakla yetinebildik. Camii ile Hipokrat Ağacı arasında kalan şadırvan ise aşağıdaki fotoğraflarda göreceğiniz gibi tamamen yıkılmış.
Kos Şövalyeler Kalesi: Sizi deniz yoluyla gelirken ada girişinde, Türkiye sahillerine doğru bakan Kale karşılıyor hatta normalde feribotların yanaştığı liman da onun önündeymiş ama depremde (2017) hem gümrük binaları hem de kale zarar gördüğü için kapalıydı. Siz gittiğinizde açılmış olursa belki ziyaret etmek istersiniz. 1436 – 1514 yılları arasında yapılan kale ismini St. John Şövalyelerinden almış ve tarih boyunca çeşitli amaçlarla kullanılmış. Normalde kale ile Hipokrat Ağacı meydanı arasında bir köprü varmış ama doğal olarak (!) o da kapalı idi.
9. Roma Odeonu: Eski şehrin ortasında yer alan bu alanı sıcak havalarda gezecekseniz size başarılar… Biz Tren Turumuz sırasında geçerken ve sonrasında yürüyüş yaparken gördük ama açık mıydı yoksa o da zarar gördüğü için kapalı mıydı bilemiyorum. Biz çok fazla bu tip Roma Antik Tiyatrosu ve antik şehir kalıntısı gördüğümüz için (Türkiye ve Avrupa’da) bize zaten o sıcakta hiç cazip gelmedi.
Şehir merkezinde genel olarak hepsi birbirinin yakınında olan bu yerleri gezmeniz herhalde 2-3 saati geçmez, hatta çok detaylı incelerseniz öyle sürebilir yoksa zaten kimisi ziyarete kapalı olduğu için daha kısa sürecektir. Buraları gezerken tabi ki de yemek-kahve-frappe-bira molaları vereceksiniz. Şayet günü birlik geldiyseniz tavsiyem, feribot çıkışında plaj boyu sıralananlar. Ama ‘yok, bizim vaktimiz bol, önce şöyle bir atıştıralım’ derseniz minik cafeler. Ayrıca bu konuya geri döneceğiz.
Biraz daha merkez dışına çıkınca görülebilecek önemli ve de mutlaka ama mutlaka gidilmesi gereken yerler:
ASKLEPION: Şehrin yaklaşık 3.5 km kuzeybatısında tepelerde yer alan Asklepion, Sağlık Tanrısı Asclepius’a adanmış ve antik dünyanın günümüz anlayışı ile kurulan ilk hastanesi olarak kabul edilmektedir. İlk buluntular, M.Ö. 4. Yüzyıla kadar uzanmaktadır. Birbirini takip eden 3 teras da Türkiye sahillerine bakmaktadır ve muhtemelen doğu esintileri İskender’in fethinden sonra ilave olmuş. Tıbbın babası kabul edilen Hipokrat da burada eğitim vermiş. Burası, 1902 yılında Alman bir arkeolog olan Rudolf Herzog ve adanın yerlisi Iakovos Zaraftis tarafından bulunmuş.
Biz Asklepion‘a kiraladığımız araba ile çıktık; 2. günün ilk durağı burasıydı. Tavsiyem, sıcak bastırmadan gitmeniz, sabah 8 de açılıyor mümkünse 10-10.30 u geçirmeyin hakikaten güneş tepenize geçebilir! Büyük bir alan, teraslar, doğal olarak merdivenler hep açık alanda ve kendinizi manzaranın güzelliğine mi kaptıracaksınız yoksa güneşten kaçıp koca koca ağaçların gölgelerine mi sığınacaksınız şaşırıyor insan. Araba için otopark mevcut hem de ücretsiz otopark ama Asklepion alanına girmek ücretli, yaz döneminde (Mart-Ekim) açık olduğu saatler 08.00-20.00 . Giriş ücreti yetişkin 8 Euro. Ücretsiz gezilebildiği tarihleri ve diğer bilgileri şu siteden bulabilirsiniz.
Asklepion’a çıkan yol ve giriş:
Asklepion ve terasları:
ULUSLARARASI HİPOKRAT VAKFI VE BOTANİK BAHÇESİ: Hemen Asklepion’un çıkışında toprak yolda tabelasını göreceğiniz bu müze ve bahçeye -şayet vaktiniz ve gücünüz varsa- gidebilirsiniz; biz dışarıdan baktık ve saat daha öğleden önce 11 bile olmadığı halde kendimizde o gücü bulamadık, bir an önce denize ulaşmak istedik.
GERME (PLATİNİ) KÖYÜ: Asklepion’a giderken içinden geçeceğiniz bu köyün özelliği, bir Türk köyü olması ve tabelaların bile Türkçe olması. Adadaki Türklerin (merkezde çalışan çok fazla Türk var) büyük çoğunluğu bu köyde yaşıyormuş. Biz de Asklepion dönüşü güzel bir Türk kahvesi içmek için meydandaki kahvelerden birinde dinlendik. Köyde gezilecek meydan dışında (onda da çardaklı cafeler dışında bir şey yok zaten) başka bir şey var mı bilemiyoruz.
ZİA KÖYÜ: Kos ile ilgili nerede ne okursanız okuyun, ‘Muhteşem gün batımı için mutlaka ZİA Köyü’ne gidilmeli hatta gitmeden meşhur 1-2 restoranı var, onlarda rezervasyon yapılmalı’ diye okuyacaksınız. Tarafsız gözlemci, evinizin gezgin ablası diyor ki ‘arkadaşlar, boş verin rezervasyonu, merkezde muhteşem deniz mahsulleri dururken Zia’da kapuska (!) mı yenirmiş!’ Batırın güneşinizi ve sonra vakit kaybetmeden hava zifiri karanlık olmadan (yolu görünce hak vereceksiniz) hemen inin merkeze ve güzel güzel akşam yemeği yiyin.
Zia sokakları:
Zia Köyü’ne güneş batışını ucu ucuna yakalayacak şekilde gitmeyin, yol kısa gibi duruyor ama koca bir tepeyi döne döne ormanın içinden çıkıyorsunuz, hızlı çıkabilmeniz mümkün değil zaten ve yukarıda köy çok kalabalık olduğu için arabayı park etmek falan vaktinizi alabilir. Köyün içinde kısa bir yürüyüş yapıp, sıra sıra dizili dükkanlara bakabilir belki bir şeyler alabilirsiniz? Ama asıl güzel dükkan biraz daha yukarıda olan THE POSITIVE SHOPS ; inanın Kos’taki en güzel dükkan burası, her şeyi tek tek inceledik, daha da vakit geçirebilirdim ama batırmamız gereken bir güneş vardı:)
Biz Zia’da güneşi batırmak için meydandaki restoranlara değil, daha yükseklerdeki çok şirin bir kafeye gittik, zaten yorulmuş ve sıcaklamıştık; biraz erken gidip güzelce bir masa bulduk ve buz gibi reçine şaraplarımızı ve ev yapımı limonatalarımızı ısmarladık; yanında aperatif de getirdiler sağolsunlar; daha ne olsun?
Bu da ‘meşhur ZİA GÜNBATIMI’ … Kesinlikle günbatımı için yukarılara çıkın hatta bizim gibi Cafenin merdivenlerinde durursanız son 5-10 dakika çok daha güzel manzaralar yakalayabilirsiniz.
Gezilecek görülecek yerler bunlarla sınırlı değil; bir sonraki yazıda Kos plajları ve restoranları ile ilgili görüşlerimi yazarken biraz daha Kos manzarası görebiliriz.